Mari Esgici ile Diyarbakır’dan İstanbul’a, Irak’tan Hollywood’a uzanan bir yolculuğa çıkıyor; Kurtuluş’ta Marinee Kaburga’da soluklanıyoruz. Yemeğin ülkesi ırkı olmadığını, coğrafya neye imkân veriyorsa ocakta onu pişirdiğimizi hatırlıyoruz. Doğudan batıya geldikçe tuzlanan çörekleri, değişen baharat kokularını, onlarca yıl önce kahve kavurup satan babaanneyi, Hollywood’un yediği en iyi lahmacunu konuşuyoruz. Nihayetinde tat tadanındır diyoruz, çünkü pişiren elinden gelenin en iyisini vicdanıyla yaptıktan sonra, tüm lezzetin artık yiyene emanet olduğunu biliyoruz.